Vedat Milor Türkiye’de popüler anlamda bir gastronomi uzmanı olarak bilinse de aslında bundan çok daha fazlasıdır. Yurt dışında önce ekonomi okur, tarihe ve siyasete olan merakı sebebiyle yüksek lisansını sosyoloji üzerine yapar. Jürgen Habermas, Michel Foucault gibi isimlerden ders alır. Eğitimini tamamladıktan sonra bir süre Dünya Bankası’nda çalışır. Devamında ABD’de Brown, Princeton, Stanford, Georgia Üniversitelerinde, Türkiye’de ise Koç Üniversitesi’nde dersler verir. Dünyayı sadece kitaplardan okuyarak değil, yaptığı gezilerle de öğrenmeye ve anlamaya çalışan biridir o.
Geçtiğimiz günlerde Kronik Kitap etiketiyle raflardaki yerini alan “Yeni Dünya Yeni Kurallar” adlı kitabında da Milor, bunca yıllık birikiminden hareketle, hayata ve günümüz dünyasına dair fikirlerini bizlerle paylaşır. Bunu yaparken de üstten bir tavır içinde değildir. Bir öneride bulunmaktan ziyade, bir tartışma açmaya çalışır. Zira kendisi de bunu kitapta, “Defalarca söylediğim gibi; başkalarına yok göstermek gibi bir amacım hiç olmadı. Kişisel gelişimci veya politikacı değilim. Yaşamı etrafımı anlamaya çalışan bir sosyal bilimci, emeklilik ve olgunluk yaşlarında ailemle iyi zaman harcamak isteyen biriyim,” şeklinde ifade eder.
“Yeni Dünya Yeni Kurallar”, nehir söyleşi türünde bir kitap. Söyleşiyi gerçekleştiren gazeteci ise Yenal Bilgici. Bilgici bu konuda deneyimli ve yetenekli bir isim. Gazeteciliği bir yana, yine Kronik Kitap’tan çıkan İlber Ortaylı ve Ercan Kesal’la yaptığı iki nehir söyleşi kitabı daha mevcut. Onları da yeri gelmişken tavsiye ettiğimi söyleyeyim.
Bilgici bu kitabı bir tür “Vedat Milor masası” olarak gördüğünü söylüyor. Bunun bir nedeni kitabın akışkan yapısında saklı. Söyleşi gerçekten de bir yemek masası samimiyetiyle gerçekleşmiş. Diğer nedeni de, Vedat Milor bu masada bize birbirinden lezzetli şeylerden bahsediyor. Ancak bu lezzet, onun sadece “iyi şeylerden” bahsettiği anlamına gelmiyor kuşkusuz.
‘YENİ DÜNYA YENİ KURALLAR’ BİR KİŞİSEL GELİŞİM KİTABI DEĞİL
“Yeni Dünya Yeni Kurallar” bir kişisel gelişim kitabı değil. Vedat Milor bize bu kitapta nasıl zengin olacağımızı yahut mutluluğun sırlarını falan vermiyor. Böyle bir niyeti de yok. Aksine, neden mutsuz olduğumuza dair fikirlerini paylaşıyor. Kişisel ve ulusal kimliklerimiz üzerine düşünüyor, sonra bunların yarattığı kişisel ve toplumsal baskılara geçiyor ve devamında değişen dünya düzenini sosyolojik, kültürel, ekonomik ve politik olarak yorumluyor.
Peki ne menem bir şeydir bu değişen dünya?
Milor’a göre dünyadaki değişimin olumlu olumsuz pek çok yanı var: Örneğin kadınların artık dünya ekonomisindeki yerleri eskiye oranla daha da arttı, tamam ama para, bizim eskiden bildiğimiz para mı, yine eskisi gibi mi kazanılıp harcanıyor ve bildiğimiz anlamda bir statüye mi sebep oluyor yahut insanın hayatını eskiden garanti altına alan doktorluk, mühendislik gibi meslekler toplumsal ve ekonomik düzeyde konumlarını koruyorlar mı; işte bunlar birer tartışma konusu.
Beri yandan, insanların -onca kültürel farka rağmen- farklı coğrafyalarda benzer zihniyete sahip olduklarını da söylüyor Milor. Örneğin Türkiye’de sadece kendisine verili olan değerleri kabul eden, otoriteye tapan biriyle, ABD’de 6 Ocak Ayaklanması’na katılan biri benzer değer yargılarına sahip. Türkiye’den ilk fırsatta Avrupa’ya göç etmek isteyen bir gençle, Pakistan’tan, Afganistan’dan çıkmaya çalışan bir diğer genç de benzer bir “yeni ve konforlu hayat” idealiyle hareket ediyor.
KORKU, KIRILGANLIK VE MANİPÜLASYON
İnsanları hayatta yöneten -yönlendiren mi demeli- temel bazı başlıklar var Milor’a göre. Bunların başında da korku geliyor. İnsanlar ölmekten, aç kalmaktan, sevgisizlikten, yalnızlıktan vb. pek çok şeyden korkuyorlar ve buna endeksli yaşıyor, buna endeksli ilişkiler kuruyorlar. Dolayısıyla insanlar bu tip korkuları yüzünden daha kırılgan, daha ürkek, manipülasyona daha açık hale geliyorlar.
İnsanları özgürleştirmesi, demokratikleştirmesi, ekonomik ve sosyal haklar konusunda daha da rahatlatması gereken devletler de otoriterleştikçe insanların korkularını kullanarak onları bir tür köle haline getiriyorlar. Bunu sadece zor yollu olarak yapmıyorlar. Bazen dolaylı ekonomik baskılarla, bazen kültürel baskılarla bazen de tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi ümmet zihniyetiyle yapıyorlar. Öyle ya; neticede ümmet denilen zihniyet, tabiyet üzerine kuruludur ve tebaanın yöneticilerini sorgulaması, onlara itaatsizlik etmesi caiz değildir.
Hal böyle olunca Milor da yapılması gerekenin korkulardan kurtulmak olduğunu söylüyor. İnsanın korkularını yendiği müddetçe hayatının iplerini eline geçirebildiğini ifade ediyor.
‘YAŞAM SEVGİSİ BİR KÜLTÜRDÜR’
“Yaşam sevgisi bir kültürdür,” diyor Çetin Altan. Bilgici ve Milor kitabın önemli bir bölümünde bu cümlenin etrafında dolaşıyorlar. Milor da buradan hareketle, “İnsan her zaman hayatı güzelleştirebilir,” diyor. Yaşamdan zevk almanın, bedensel, duygusal ve entelektüel hazzın sınıflar üstü bir yaşam kültürü olduğunu belirtiyor. Ancak bunu söylerken şımarık bir aydın havası takınmıyor, geçim derdinden kafasını kaşımaya vakti olmayan yoksullar ordusunu tenzih ettiğini özellikle belirtiyor.
Bu yaşam kültürünün büyük bir değer olduğunu ve tıpkı mal mülk gibi aileden çocuklara bırakılması, dahası öğretilmesi gerektiğini savunuyor.
Beri yandan, bir ailenin çocuklarına bırakacağı bir diğer önemli şeyin bilgiyi öğrenme, değerlendirme, eleme ve buradan hareketle bir senteze ulaşma yetkinliği olduğunu belirtiyor. Yani soran, sorgulayan çocuklarla dolu bir ülkenin daha özgür, daha güçlü ve daha mutlu olacağını dolaylı olarak öngörüyor.
Bilgici ve Milor’un masasına konuk olmak, onlara kulak vermek ve onlarla beraber pek çok konuyu kendi içimizde tartışmak hem keyifli hem de geliştirici.
Meraklısına duyurulur!
More Stories
AUZEF bütünleme sınav sonuçları ne zaman açıklanacak? Gözler İstanbul Üniversitesi’nin sonuç açıklamasında
Can Yaman yeniçeriyi oynadı: El Turco dizisi bir ilke imza atacak
Rocky nakavt oldu